Ömürdür gelir geçer. Günler, aylar, mevsimler.. Gözünün yaşına bakmaz. Dur diye yalvaran sesini duymaz. Dinlemez seni zaman. Yüzünde ki çizgiler, saçlarına düşen aklar, hep bir yaşanmışlığın izleridir. Değişmeyen tek şey ise bahardan miras kalan gözlerinde ki ışıltıdır. Hiç kimsenin, hiçbir şeyin onu söndürmeye gücü yetmez. Dostluk tek yön alınan bir tren biletinin vagonları gibidir
Son istasyona geldiğinde kalanlar senin
İnenler ise hiç dostun olmamıştır zaten.
Evet, yine bir Ayas Gecesinde, sayısını bilmediğimiz bir istasyonda hep beraberiz.
İstiklal Marşıyla başlıyoruz geceye ama bu sefer gençliğin verdiği kavak yelleriyle kıkırdaya kıkırdaya söylemeden. Bütün kalbimizle bağıra bağıra haykırıyoruz.
Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.
Çünkü biz Ayaslıyız. Tam da bu noktada bizi Atatürk ve vatan aşkıyla yetiştiren özellikle ve en başta İngiliz olmasına rağmen okulumuzun kurucusu Elizabeth Ayas’a, Necdet Ayas’a ve bütün öğretmenlerimize teşekkürü bir borç biliyorum.
Okul kapanalı yıllar oldu ama Ayas ruhu ilk gün gibi yaşıyor.
Kimimiz 60 yaşına dayanmış, kimimiz 50’lerde,kimimiz 40’larda ama bir araya geldiğimiz zaman biz hep 17’lerde.
Kolay mı tam 7 yıllık bir mazi yatıyor altında. Çocukluğun, gençliğin, ilkbaharın ilk gününden son gününe kadar o okulda geçmiş. Kahkahalarımızı katık yaptığımız ekmeği bölüşmüşüz, gözyaşlarını birbirimizin yanaklarından alıp kendi yüreğimize akıtmışız. Kederi, sevinci, mutluluğu, acıyı hep birlikte yaşamış, ilkbaharın bütün rüzgârlarını elele, gönül gönüle karşılamışız.
Okul bittikten sonra her birimiz başka şehirlere, başka hayatlara taşınmışız. Çoğumuz evlenmiş, çoluk çocuğa karışmışız. Ama aklımız da, biz de o günlerde kalmışız.
Birbirimize hasretle sarılırken, gençliğimizi de kucaklıyoruz sanki. Ah niye geçtin zaman, hep o günlerde takılaydın ya ömür denen o saat diye içimizden de geçmiyor değil hani.
Yer, zaman, mekan önemli değil, bizim olduğumuz her yer Ayas Koleji oluveriyor. Baharın kokusunun bulaştığı duvarlardan şen kahkahalarımız çınlıyor yine, kim takar yaşı başı, biz hep o saçları örgülü gençleriz işte. Hepimizin gözlerinde o muzip gülümseme.
Salonun tam ortasında eski günlerden görüntüler geliyor, kaybettiklerimiz, biraz hüzün, biraz gözyaşı, biraz coşku, biraz özlem hepsi birbirine karışıyor. Âmâ biliyoruz ki, bugün bu salonda onlar da bizimle birlikteler. Aramızda dolaşıyor hatta biz buradayız ha diye omuzlarımıza dokunuyorlar.
Tıpkı o eski günlerde ki gibi gülmekten bitap düşüyoruz.
Derken gecenin sonuna geliyoruz. 4 saatlik süre göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor. Birbirimize gelecek sene görüşmek üzere veda ediyoruz. Tam çantalarımızı alıp gitmeye hazırlanırken ayağımız yerde boylu boyunca uzanan anılara takılıyor. Ah diyoruz hatırlamakla bitmez ki o güzel günler. Dört duvar oluyor Ayas Koleji. O yeşil kapı üstümüze kapanıveriyor. Hadi diyoruz bak saatler çok geçi vurdu artık. Hepimizin gitmesi gereken yerler var. Müsaade et de gidelim artık. Kapı dile geliyor sanki. Biraz alaylı, biraz da sitemli. Ben açılırım açılmasına da diyor, hatta siz de çekip gittiğinizi sanırsınız. Oysa bu kapının ardında kalan anılar değil, SİZSİNİZ.